PENCERELER VE DÖNÜŞÜM

PENCERELER  

Ayaklarımda iki yara izi. Kadir’in doğum gününden kalan. Elimi üzerinde gezdiriyorum. Barda kutlamıştık. Dans vakti geldiğinde her zamanki gibi biramı alıp kenara çekildim. Eyüp alışkındı buna. Dans etmeyi bilmezdim. Daha doğrusu insanlar seyrederken dans etmeyi bilmezdim.

DÖNÜŞÜM

Kendime -farkıma- dair en eski anım dört beş yaşlarıma aittir. Soğuk bir Anadolu kasabasındaydık. Uykunun içinde ne olduğunu merak eder, anlamak için geceleri yatağa uzandığımda gözlerimi açıp beklerdim. O sırada dışarıdaki ağacın gölgesi perdeye vururdu. Yaprakları korkunç görünürdü. Hele rüzgar da varsa… Buna rağmen uyumamak için gözlerimi kapatmazdım.

İkinci biradan sonra Eyüp yanımda dans etmeye başladı. Beni eğlendirecek figürler yapıyordu. Sonra iki elimi de kavrayıp beni ayağa kaldırdı. Gerildim. Kulağıma “Hiçbir şey yapma, bana bırak” dedi. Nasıl davranacağımı şaşırmıştım. Aynı güçle korkuyor ve istiyordum. Ellerimi bırakmadan kalçalarını kıvırıyor, başını iki yana sallıyordu. Hafifçe sallanmaya başladım ben de ama utanıyordum. Biraz sonra hep aynı hareketi yapıyorum diye rahatsız olup elini bıraktım. Yine de ellerimi vücudunun üzerinde tuttum. Çekilse düşecektim sanki.

Sabahları uyandığımı “Lanet olsun yine kaçırdım.” diyerek fark ederdim. Tekrar tekrar her gece gözlerimi açık tutmaya çalışarak beklerdim. Aylarca uğraştığımı anımsıyorum. Sonra mı? Usanıp bırakmış olmalıyım.

Birden, yanıp sönen ışıkların altında gözünü bile kırpsan hareketin katlanarak büyüdüğünü, güzel göründüğünü fark ettim. Kıvırmaya başladım. Fena değildim. Ellerimi onun bedeninde gezdirdiğimden gereğinden fazla seksi görünüyorduk. Aslında sadece korkudan onu bırakamıyordum. Eğilip “Harika dans ediyorsun, hiç ilk sefer gibi değil.” dedi. Biraz daha gevşedim. Kollarımı sağa sola savurmaya başladım. Evin koca salonunda olduğu gibi rahatlıkla olmuyordu bu tabii. Tıkış tıkış pistte birkaç kişiye çarptım. Ters bakışlara maruz kaldım. Sonra ona da alıştım, büzdüm kollarımı.

Geçenlerde yine aklıma takıldı. Artık uyuyunca kendimi gözleyemeyeceğimi bilecek kadar büyümüştüm. Uykuyla uyanıklık arası o geçişi incelemeye aldım. O aralığa “dönüşüm saati” adını verdim. Orada neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. İlkin, uyanıkken sürekli ve sistemli bir şekilde düşündüğümüzü fark ettim. Uykuya dalacağımızda bu düşüncelerin örgütlülüğü bozuluyor, cümlelerin yapısı dağılıyordu. Sözcükler, bazen de kısa cümleler, serbest çağrışımlar halinde akmaya başlıyor. Bu aşamada istersem uyanabilir, hatta o sözcükleri hatırlayıp yazabilirim. Yine de bunlar uyanık dünyamıza ait veriler.

Eyüp farkında mıydı bana yaptığının bilmiyorum ama o sırada içimde hummalı bir yıkım ve yeniden yapım çalışması vardı. Bir korkunuzu yendiğinizde sadece korkunuz geçmez, önünüzde sayısız yol açılır. Bütün dünyanız yeniden şekillenir. Saatler sonra fark ettim ayaklarımın kanadığını. Acısını hiç duymamıştım. Yeni aldığım siyah, taşlı, parmak arası ayakkabım yapacağını yapmıştı. Ayaklarım berbat görünüyordu. Üstelik cayır cayır yanmaya başlamıştı. Yine de o yaralar bana mutluluk veriyordu. Ayakkabılarım elimde, omzuna yaslanıp yalpalayarak yürüdüğüm o gece Eyüp’ü tüm hayatım boyunca sevdim.

Biraz daha uykuya yaklaşınca, gördüğüm rüyalar, anılar, eski imgelerden oluştuğunu sandığım bir yerden su yüzüne (bilincime) parçalar çıkıyor. Eski bir rüyadan görüntü, sesler olabilir örneğin. Anlamsız ilk sözcük öbeğiyle uykuya gittiğimin ayırdına varırım. İstersem hala uyanabilirim ama bir önceki aşamadan daha zor olur bu. Biraz sonra da -tabii orda ne olduğunu henüz bilmiyorum- dalmış olurum. Şimdilik bu kadar. Ama o aralığı açmaya devam edeceğim.

Günlerce seyrettim onları. Elimi üzerlerinde gezdirdim kutsal bir nesneye dokunur gibi. Eski insanlar, yaraların içimizdeki kötülüklerin dışarıya çıkması için açılmış pencereler olduğunu düşünür, pansuman yapmazlarmış. Ben de onlar gibi açık bıraktım yaralarımı. Pencerelerdi belki onlar, pencereler gerekmişti, kim bilir?..

Dün gece “dönüşüm”de o ağaç geldi gözlerimin önüne. Hani her gece gözlerimi açık tutmaya çalışırken gölgesi perdeye vurup da beni korkutan ağaç. Kesilmişti. Üst tarafı yoktu. Sadece geride kalan kısa gövdesi görünüyordu. Bir iki adım ötesinde Eyüp toprağa oturmuş uzaklara bakıyordu. Yanında yerde duran bir balta vardı.

2005

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir