Parkın yanından geçiyordum az önce. Kamelyalar vardı. Yok oluşunun ilk günlerinde evde duramayıp oturduğum tekini, yanıma gelen yaşlı teyzeyi gördüm. Teyze iki laklak etmek için çıkmıştı. “Cenazem var” dememe rağmen gündelik, saçma sorularını, kolayına susmayışını gördüm. Orada o an neden o kadını tersleyemediğimi gördüm az önce. Acının güçsüzleştirdiği kendimi gördüm.
Gördüm, kamelyaların ahşap direklerini, o direklerin, çatılarının, oturaklarının içindeki çürüyüşü… Atomlarındaki boşluğu… O atomları birbirine bağlayıp biçim veren, ad veren yanılsamayı gördüm. Yeşeren, tomurcuklanan ağaçların ve dahi kalın pütürlü çam gövdelerinin içindeki boşluğu gördüm. Akşam ışıklarını, cafe’lerin neon yazılı isimlerini, otelin her kattaki çizgisel aydınlatmasını, gördüm. Yarım saat önce içliklerini attığım giysi kumbarasının yanından geçerken evrendeki boşluğu gördüm (Haftalarca giydim, uyudum onlarla, zamanı bugünmüş, attım. Her şeye böyle yapıyoruz. Zamanı gelince senden artakalanların, matematiksel bir kesinlik gibi hissedip veda ediyoruz).
Karşıdan gelen asalı, şalvarlı, uzun sakallı, sarıklı adamın göz çukurlarının olduğu yerde duran iki karanlık dipsiz kuyuyu… Korkuyla yoğrulmuş çocukluğunu, katı kurallarla örselene örselene çizilmiş benliğini, günah kaygısıyla deforme olmuş, hormonlu sebzeler gibi yumru yumru arzularını baştan aşağı süzdüğü bedenimde bulantıyla gördüm. Lunaparktaki dev oyuncakların gökkuşağı renklerini, karşıdaki binanın keskin hatlarını ve son katındaki kemerlerin gözü rahatlatmaya yetmeyen zoraki yumuşaklığını…
Senin yokluğunla/boşluğunla dolu bir dünyayı… Yas, öğrenme süreci sanmıştım, az farklıymış; “duygusal işlemleme süreci” diye geçiyormuş. Hissettim, sensiz olan her detayını yaşamın, iliklerimde. Gördüm ve hissettim, zamanın acılara iyi gelmediğini, bizim alışmadığımızı, ölümün, ölümünün zorlayan, değiştirici kudretini… Değişmezsem senden arta kalan yaşama uyum sağlayamayacağımı.
Her şeyin, evet etraftaki her şeyin içindeki yokluğu gördüm. Akşam iniyordu, evime geldim.
2018, Eskişehir